STRATEJİNİN PERDE ARKASI
28 Eylül 2025, Pazar 23:20
Propagandanın amacı, bir fikri öyle derinlemesine yerleştirmektir ki, halk onu sorgulama ihtiyacı bile duymaz. *Joseph Goebbels
Modern demokrasilerde seçimler, yalnızca ideolojilerin değil, aynı zamanda imajların yarışına dönüştü. 2020’de yapılan bir araştırmaya göre, seçmenlerin %72’si oy verme davranışını belirlerken adayın politikalarından çok “kendilerini nasıl hissettirdiğini” temel aldığını söylüyor. Bu veri, siyasetin artık rasyonel tartışmalardan çok duygusal ve görsel tercihler üzerine inşa edildiğini açıkça gösteriyor. İşte bu zeminde, siyasi danışmanlık kavramı bir strateji sanatından çok, tam anlamıyla bir reklam ajansı işlevi görmeye başlıyor.
Danışman Değil, Stratejik Reklamcı
Geleneksel anlamda danışmanlık, liderin kararlarına yön veren bir rehberlik süreci olarak tanımlanır. Oysa bugünün siyasi danışmanı; kitle psikolojisini okuyan, hedef seçmen segmentlerine özel mesajlar üreten, medyanın işleyişini analiz eden ve tüm bu unsurları bir “ürün lansmanı” gibi yöneten profesyonellerdir. Bu bağlamda bir siyasetçinin kampanyası, artık bir fikir hareketinden çok bir marka kampanyasıdır. Ürün “aday” olurken, hedef kitle ise “seçmendir.”
Bu yeni yaklaşımda siyasi danışman, tıpkı bir reklam yöneticisi gibi çalışır. Adayın hangi kıyafeti giyeceği, hangi müziğin kullanılacağı, sloganların ritmi, renk paletinin psikolojik etkisi, televizyon spotlarının süresi gibi her ayrıntı, dikkatle planlar. Liderin “otantik” görünmesi gerektiğinde bile bu doğallık, laboratuvar ortamında üretilmiş bir izlenimdir.
Algı Yönetimi: Gerçeği Pazarlamak mı, Kurguyu Satmak mı?
Reklamcılık sanatında temel amaç, ürünü değil, ürünün yarattığı hissi satmaktır. Aynı mantık siyasi danışmanlıkta da geçerlidir. Seçmen bir liderin ekonomik programına değil, o liderin kendisinde oluşturduğu “güçlü”, “samimi” ya da “umut veren” imaja oy verir. Dolayısıyla danışmanların birincil işi, lideri gerçeğe sadık bir biçimde tanıtmak değil; seçmenin zihninde karşılık bulacak ideal bir profil inşa etmektir.
Bu noktada Nazi Almanyası’ndaki propaganda anlayışıyla bugünün siyasi reklamcılığı arasında dikkat çekici paralellikler kurmak mümkündür. Nazi Almanyası Propaganda Bakanı Goebbels, halkın karmaşık gerçeklerle ilgilenmediğini, basit ama güçlü imajlara daha kolay bağlandığını söylerdi. Bugünün siyasi danışmanları da bu ilkeyi benimser ve karmaşık vaatler yerine kısa sloganlar, ayrıntılı politika belgeleri yerine görsel temalar kullanılır.
Görünmeyen Kampanya: Perde Arkasında Dönüşen Siyaset
Bir siyasi kampanya sırasında göz önünde olan liderdir ama sahnenin arkasında asıl oyunu kuran, görünmeyen kampanya yönetimidir. Siyasi danışmanlar, seçmen tepkilerini anlık olarak takip eder, reklam dilini bu tepkilere göre uyarlar, kriz durumlarında yeni stratejiler üretirler. Artık siyaset, tepki analizine dayalı gerçek zamanlı bir reklam operasyonuna dönüşmüştür. Bu, salt bir iletişim becerisi değil; aynı zamanda çok katmanlı bir mühendislik işidir.
Bu mühendisliğin en dikkat çeken yönü ise, demokrasinin sunduğu özgürlük alanlarında, seçmeni ikna değil, yönlendirme üzerine inşa edilmiş olmasıdır. Seçmen, çoğu zaman kime oy verdiğini değil, neye ikna edildiğini bilmeden sandığa gider.
Modern siyasette bir liderin halkla ilişkisi, artık geleneksel miting meydanlarından değil; ekranlardan, sosyal medya akışlarından ve dijital kampanyalarda kuruluyor. Günümüz seçim kampanyalarında bir siyasi liderin iletişimi, büyük ölçüde reklam teknikleriyle yönetiliyor. Reklam, yalnızca görünürlük sağlamakla kalmıyor; aynı zamanda seçmen zihninde bir marka inşa ediyor. Siyaset, bir fikirler yarışı olmaktan çıkıp, profesyonel bir algı yönetimi operasyonuna dönüşüyor.
Lider Olarak Marka: Satılan Ne? Kim?
Bir reklamcı için önemli olan şey ürün değil, ürünün temsil ettiği anlamdır. Aynı mantıkla bir siyasi kampanyada da aday, artık “bir kişi” değil; belli değerlerin, vaatlerin ve duyguların sembolüdür. Örneğin bir liderin halkçı bir kimlikle öne çıkması için onun yer sofrasına oturması ve bu görüntüsü planlanır, halkla iç içe olduğu sahneler kurgulanır, konuşmalarında bilinçli olarak “biz” dili tercih edilir. Gerçekte kim olduğu değil, nasıl algılandığı önemlidir. Ve bu algının inşası, reklamcılığın temel görevidir.
Reklam tekniklerinin siyasette bu derece merkezi hale gelmesi, seçmeni bir yurttaş olmaktan çıkarıp bir tüketiciye dönüştürüyor. Seçim kampanyası, adeta bir ürün tanıtım süreci gibi yürütülüyor. Liderler artık bir düşünceyi temsil etmekten çok, bir “marka değeri” taşımak zorunda kalıyor. Seçmen de artık kime oy verdiğini değil, hangi imajı beğendiğini düşünüyor.
Bu noktada temel bir soru karşımıza çıkar: Reklamla inşa edilen bir liderin gerçekliği nedir? Bir liderin gücünü, kararlılığını ya da samimiyetini sadece video prodüksiyonlarıyla, müziklerle ve afiş tasarımıyla mı değerlendireceğiz? Yoksa bu reklam dünyasının ötesine geçip, yeniden içeriğe mi odaklanacağız?
Siyasi danışmanlık, günümüzde algoritmalar, reklam ajansları ve veri analiz yazılımlarıyla yürütülen bir strateji sanatı gibi görünse de; özünde tarih boyunca hep aynı soruya yanıt aramıştır: "İktidar nasıl korunur ve yönetilir?" Bu soru, yalnızca seçim kazanmakla değil; algıyı yönetmek, düşmanı tanımlamak, halkla duygusal bağ kurmak ve süreklilik sağlayacak bir sistem inşa etmekle ilgilidir. Modern danışmanlar bu bağları reklamlarla, veriyle ve kriz yönetimi teknikleriyle kurarken; kadim siyaset ustaları bunu hikmet, istikrar ve stratejik dengeyle kuruyordu.
"Devlet, akılla ayakta durur; akıl ise öğütle parlar." *Nizâmülmülk, Siyasetnâme
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum